Hakkımızda

İstek ve Görüşleriniz

30 Aralık 2016 Cuma

Ironworkers' Noontime - ( Demir işçileri'nin Öğle Vakti)



19. yüzyıl Amerikan gerçekçiliğinin önemli temsilcilerinden ressam ve akademisyen Thomas Anshutz'un en tanınmış eserlerinden biridir.1880 yılında çizilen eserde REALİZM akımının etkileri görülmektedir. San Francisco Güzel Sanatlar Müzesi’nde sergilenmektedir.


Esere bakıldığında ; Sanayi Devrimi ile birlikte bir çok Avrupa ülkesinde de görülen işçilerin birer makine olarak görülmeleri eserde vurgulanmak istenmiştir.Genellikle molalarda işçiler birbirleriyle diyalog halinde olabilmekteydi ve bunu eserde de görebiliyoruz. Fabrikanın bacalarından duman etrafa saçılmakta ve faaliyette bulunduğunu göstermektedir. Tablodaki işçilerin yarısı sıcaktan ve yoğun iş temposundan bunalmış olacak ki üstlerini çıkartmışlar.İşçiler; dertli, heyecanlı, düşünceli, yorgun ve çaresiz duygu içerisindeler. Ayrıca çocuk işçileri de görmekteyiz, her ne kadar işçi de olsalar çocuk olmalarının getirmiş olduğu dürtü ile birbirleriyle oyun oynayıp şakalaşıyorlar. Aynı zamanda resimde karmaşa kavramı da vücut bulmuştur. Çünkü kimi işçiler hala çalışıyor kimileri ise dinlenmiş vaziyetteler. Yola yansıtılan çiziklerin ise o yolların ne kadar çok arşınlandığını göstermektedir.

28 Aralık 2016 Çarşamba

Geopoliticus Child Watching the Birth of the New Man ( Yeni İnsanın Doğuşunu İzleyen Jeopolitik Çocuk )


1943 yılında ünlü sürrealist ressam Salvador Dali'nin 2. Dünya savaşıyla birlikte Dünya'nın geleceğiyle ilgili düşüncelerini yansıtan ünlü eserlerinden biridir.

Esere ilk bakışta üzerinde dünya haritası bulunan bir yumurta ve bu yumurtanın içinden çıkan bir adam dikkat çekiyor. Bu adam Kuzey Amerika-Birleşik Devletler'in olduğu yerden çıkıyor. Eserin yapıldığı tarihi de göz önünde bulundurduğumuzda 2. Dünya Savaşı'yla birlikte Amerika'nın dünyada bir güç olarak ortaya çıkışı resmedilmiş diyebiliriz. Yumurtadan çıkan adamın sol eliyle haritada Avrupa'nın olduğu yeri sıkması da yine dönemle ilgili önemli ipucu veriyor. Adamın yumurtadan çıkışıyla ilgili son önemli nokta da bu doğumun sancı ve acılı olduğunun göstergesi olan yumurtanın açıldığı yerden akan kan. Sağ alt tarafa baktığımızda ise bir yetişkin ve bir çocuk görüyoruz. Her ikisinin de bu doğumdan korkmuş olduğu gözlenebilir. Cinsiyeti belirsiz yetişkin figür eliyle çocuğa bu doğumu işaret ediyor çocuk da korkmuş bir şekilde bu olayı izliyor. Eser de ilgi çekici bir diğer nokta Afrika ve Güney Amerika'nın oldukça büyük çizilmiş olması. Son olarak geleceğe yönelik bir mesaj içerdiğini düşünebileceğimiz gölgeler unsuru var. Yetişkin figürün gölgesi kısa olmasına rağmen çocuğun gölgesinin uzun olması çocuğun bu doğumdan daha çok etkileneceği ve gelecekte bununla yaşayacağının bir imgesi sayılabilir.

İstek ve Görüşleriniz

PaintingHeads kurucuları olarak sitemizde paylaştığımız sanat eserlerinin örnekleri,içerikleri,ressamları veya sitenin genel durumu hakkında istek ve görüşleriniz bizim için çok önemli olduğundan dolayı özellikle belirtmek istediğiniz istek ve görüşlerinizi bu başlık altında belirtebilirsiniz.

22 Aralık 2016 Perşembe

The Orphan Girl at the Cemetery ( Mezarlıktaki Yetim Kız)



Eugène Delacroix tarafından çizilen eser ROMANTİZM akımından izler taşımaktadır. 1823 yılında çizimine başlanan eser şu anda Louvre, Paris, Fransa’da bulunmaktadır.

Tablo dikkatlice incelendiğinde; telaşlı ve hüzünlü bir genç kız görülüyor. Genç kız gözü yaşlı, acı çekmiş ve hala çekmeye devam ediyormuş gibi tasvir edilmiştir. O dönemde genç kızların genel olarak yas tuttuğunu ve çaresiz olduklarını anlatmaktadır. Ayrıca Batı’da cenaze törenlerinde siyah renk giyilirken, kızın üzerinde günlük ve açık renkteki kıyafeti göze çarpmaktadır. Omuzundan düşen kıyafetinin bir parçası çaresizliğinin bir göstergesi olabilir. Havaya bakıldığında güneşin batmakta olduğu algısı hemen akla gelir, buradan yola çıkarak da güzel günlerin geride kaldığı ve bu kız için hayatın birazdan oluşacak karanlık gibi sıkıntılı geçebileceği varsayımında bulunulabilir. Bakışlarının yukarı doğru olması belki de tanrısal bir güce ihtiyaç duyduğunun göstergesi olabilir.

21 Aralık 2016 Çarşamba

Saturn Devouring His Son (Çocuklarını Yiyen Satürn)


İspanyol ressam Goya'nın , Sağırın Beşi (Quinta del Sordo) adıyla bilinen evinin iki katındaki duvar sıvasına, dekorasyon amacıyla yağlı boya ile çizdiği 14 tablodan oluşan ve Kara Resimler olarak adlandırılan duvar resmi serisine ait bir tablodur. Eser, ROMANTİZM akımından izler taşır. Goya'nın ölümünden sonra tuvale aktarılan resim,Madrid'deki Prado Müzesi'nde sergilenmektedir. Goya'nın ilham kaynağı olarakta Rubens'in 1636'daki eserinden söz edilebilir.

Eserde ; Karanlıklar içindeki yaşlı tanrı(Kronos) kendi öz çocuğunu yemektedir çünkü çocuklarından birinin(HadesPoseidonDemeterHestia ,HeraZeus)onu devirip yerine geçeceğinden korkmaktadır. O’na göre insanı kendi kendisinin en büyük düşmanı yapan şeyin, sadece kötülüklerin ve zulmün değil aynı zamanda cehalet, şüphe, korku, hırs ve zayıflık gibi niteliklerin de özümsenmesidir.

20 Aralık 2016 Salı

Un enterrement à Ornans (Ornans'ta Cenaze)


Ornans'ta Cenaze Fransız ressam Gustave Courbet tarafından 1849-1850 yılları arasında yapılan tablodur ve REALİZM etkisi ile çizilmiştir.
Ressamın büyük amcasının 1848 yılındaki cenaze törenini anlatan tablo Paris'teki Orsay Müzesi'nde sergilenmektedir. Courbet, bu tabloda büyüdüğü bölge olan Ornans'ı çizdi. Tablo, hiçbir dinsel mesaj içermez.
Bir cenaze töreni olanca sadeliği ile betimlenmiştir. Devrimin ardından, ölüm oranları artınca, şehir dışında mezarlık alanları yaratıldı. Ornans'ta da Eylül 1848'de köyün dışında bir mezarlık açıldı. Tablodaki mekanın, bu yeni açılan mezarlık olduğu açıktır. Ressam, kalabalığın mezarlığa girdiği anı resmetmiş

ve kişileri üç gruba ayırmıştı. Tabloda yer alan 27 kişi de köy sakinleridir ve Courbet beraber çalışmak için her birinden izin almıştır. Tablonun sağ tarafında kadınlar, ortada ise erkekler yer alır. Erkeklerin hepsi siyah giymiş ve çoğunluğu şapka takmıştır. Kadınlar siyah-beyaz renklerde şapkalar takmış ve çoğu beyaz bir mendil taşımaktadır. Belediyenin kayıtları doğrultusunda, tarihçiler tüm karakterlerin kim olduğunu belirleyebilmiştir.

15 Aralık 2016 Perşembe

Hakkımızda

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri olarak oluşturduğumuz bloğumuzda; Batı resim hareketlerini,önce eser sahibinin eseri yaratırken ki bakış açısı daha sonra da kendimize özgü bir bakış açısıyla yorumlayıp,bu tür sanat dalı ile ilgilenen bireylere hitap etmeyi ve zihinlerinde bu eserlerin yeniden yorumlanmasına katkı sağlamak amacıyla böyle bir bloğu sizlerin beğenesine sunmayı amaçladık.


İLETİŞİM: 

ogulcanbarug0@gmail.com
ozgur.1778@gmail.com
theavdan@gmail.com

12 Aralık 2016 Pazartesi

Les Amants - ( Aşıklar )


Eser; Rene Magritte tarafından 1928 yılında SÜRREALİZM akımının etkisi ile çizilmiştir. Eserde teknik olarak tuval üzeri yağlıboya kullanılmıştır. Eser, New York’ta sergilenmektedir.
Tabloya bakıldığında yüzleri beyaz bir bezle kapalı kadın ve erkek görülmektedir. Bunun nedeni ise ; Aşıkların birbirlerine tamamen güven duymalarına bağlanabilir.
Erkek siyah takım elbise içerisinde beyaz gömlek ve siyah kravat ile kadına göre daha uzun boylardadır. Kadın ise kırmızı sıfır kollu kıyafeti ile erkeğe nazaran biraz daha kısadır. Burada boylar arasındaki fark belki de bir güç faktörü olarak görülebilir. Fondaki mavi desen açık bir hava izlenimi yaratmış kırmızı duvar fonu ise romantizmi simgelemektedir. 

11 Aralık 2016 Pazar

Haystacks: Autumn (Saman: Sonbahar )


Jean-François Millet’in 1873 yılında REALİZM akımından etkilenerek çizdiği eseridir.
Buğdayın başakları ayrılıp samanlarını balyalanmış ve tarlaya yerleştirilmiştir. Üç büyük saman balyası görünen resmin ön planında serbestçe otlanan koyun sürüsü var. Ön taraflara geldikçe renkleri koyulaşan koyunlardan arka tarafta olanları daha açık renktedir. Balyalardan birinin önünde elinde asası ile bir insan görülmektedir. Muhtemelen erkektir çünkü iş ağır ve güç gerektirebileceğinden bu işe erkeklerin uygun olduğu varsayılmaktadır. Balyaların hemen arkasında evler görünmektedir bu da muhtemelen oranın bir köy olduğunu kanıtlar niteliktedir. Hava da ise saman balyalarının hemen üzerinde bulutların karardığı görülmektedir. Buradan da şunu çıkartabiliriz ki ; Bu kişilerin hayvancılıkla uğraştıkları fakat yeteri düzeyde verim alamadıkları bir iş olan hayvancılığa mecbur olmaları...

Girl in Front of Mirror - (Aynadaki Kadın)



20. Yüzyıl İspanyol sanatının resim dalında çıkan en önemli ismi; Dünya çapında ise Kübizm ve Sürrealizm akımlarına verilen en değerli modern eserlerin sahibi olan Pablo Picasso, 23 yaşındaki sevgilisi Marie-Theresere Walter‘i kendine model olarak seçti ve onu birkaç eserinde kullandı. Bu eserlerden biri, defalarca boyayıp nihayet 1932 yılında tamamladığı “Girl in Front of Mirror” idi.Eser New York Modern Sanatlar Müzesi‘ndedir.

Resme baktığımızda aynaya bakan bir kadın görüyoruz. Sol tarafta kendisi, sağ tarafta ayna ve kadının yansıması. Solda duran genç kadının yüzünün yarısı tıpkı maske takmış gibi makyajlı ve süslü. Diğer yarısı ise açık ten rengiyle hüzünlü bir bakışla aynaya bakıyor. Kadının aynadaki yansımasına baktığımızda gerçeğine oranla daha koyu ten rengi, gözleri yerinde siyah büyük delikler ve orantısız bir vücut görüyoruz. Bu, genç bir kadının yaşlılığa gidişi, yaşlılıktan korkusu, yaşlanmaya bakışıdır.

Resme daha dikkatli bakıldığında genç kadının karnı ve göğüslerinin belirgin olduğunu görmekteyiz. Yanlardan destekli yerde duran bu boy aynası, genç kızı hem yandan hem önden gösteriyor. Arka plana geldiğimizdeyse Picasso‘nun 30’lu yıllarda etkisinde kaldığı Harlequin (detaylı bilgi) kıyafet deseniyle karşı karşıya geliriz. Resimlerinin çoğunda kendini Harlequin olarak gösteren Pablo Picasso, burada da arkada yerleşmiş, genç kızın yerçekimiyle olan savaşımını seyretmekte.

La Liberté Guidant le Peuple (Halka Yol Gösteren Özgürlük)


          
1830 senesinde Eugène Delacroix taradından ROMANTİZM akımından etkilenilerek çizilmiştir. Kral 10. Charles’in devrilişine yol açan üç günlük halk ayaklanmasının anısına yapılmıştır. Tüm dünyada Fransız Devrimi’nin simgesi kabul edilmektedir. Resimde, özgürlüğü simgeleyen bir kadın, bir elinde Fransız bayrağı, diğer elinde ise bir tüfek taşıyarak yürümekte, peşinden gelen devrimci insanlara barikatları aşmada öncülük etmektedir. Elbisesi yırtıktır, göğsü ve ayakları çıplaktır, başında özgürlük simgesi olan Frigya başlığı vardır. Bir yanında yoksulları temsil eden, her iki elinde de birer tabanca taşıyan on-iki yaşlarında bir çocuk, öbür yanında burjuvaları temsil eden, eli tüfekli, başında silindir şapka olan bir adam vardır. Çatışma içindeki bir şehirde, yerdeki yaralıların ve ölülerin arasından geçmektedirler. Bu tablo, modern resim sanatının ilk politik çalışması olarak kabul edilmektedir.
Resimdeki eli tabancalı çocuk figüründe Victor Hugo’nun Sefiller romanındaki Gavroche karakterinden esinlenildiği düşünülmektedir.
Silindir şapkalı adamın kim olduğu konusu tartışmalıdır. Bazıları ressamın kendisini çizmiş olduğunu söylemektedir.
New York'taki Özgürlük Anıtı, Delacroix’in tablosundaki kadın örnek alınarak yapılmış, Fransa tarafından ABD'ye hediye edilmiştir. Ancak, ABD'li yetkililer kadının yarı-çıplak vaziyette olmasını uygun bulmadıklarından, heykelde değişiklik yaparak kadının açıkta kalan göğsünü kapatmışlardır.

The Death of Sardanapalus (Sardanapalus'un Ölümü)


Eugène Delacroix tarafından 1827 yılında yapılmış ROMANTİZM akımından etkilenen bir eserdir. Eser Asur Medeniyetinin son kralı olan Sardanapalus’u konu almıştır. Zevki sefa düşkünlüğü ile bilinen yozlaşmış bir figür olarak çökmekte olan bir medeniyetin sinyallerini verir.
Tembellik, keyif ve lüks içinde yaşamını sürdüren 
Sardanapalus’un kişisel tatmine büyük önem verdiği ve savurganlık içerisinde olduğu, kişisel zevki içinde birçok kadın ve erkek cariyesinin bulunduğunu göstermektedir. Tüm bu olanlardan sonra isyan başlar ve kral kendisi ile birlikte elindeki tüm her şeyinde yok olmasını ister bu nedenle bütün serveti,atları,cariyeleri ve gözdesi ile birlikte her şeyini ateşe vermiştir. Kaçmaya çalışanlar ise yine kralın askerleri tarafından öldürülür.
Kral burada ; yargıç, cellat, oyuncu ve seyircidir.

Don Quixote - (Don Kişot)




Honore Daumier,realizm akımına bağlı olan 1808 yılında doğan Fransız bir ressamdır. Cervantes‘in meşhur eserinin başkarakteri “Don Kişot“u resmeden Daumier, resmi tamamladıktan 5 yıl sonra görme yetisini bütünen kaybetti. Bu eseri yaptığı sırada da görme oranı yavaş yavaş düşmekteydi. Kimi tarihçiler figürün detaysızlığını sanatçının bu durumuna yoruyor.

Beyaz atının üzerinde gördüğümüz Don Kişot‘un sağ elinde kılıcı, sol koltuk altında ise miğferini görüyoruz. Atın daha fazla ön planda olduğu eserde Don Kişot‘un bacağı açık ten rengini açıkça belli edecek şekilde çıplak. Beyaz tenli olduğu görülen şövalyemizin teni, sağ eli ve yüzünde kahverengiye boyanmış. Don Kişot‘un iki farklı ten rengi var. Yüzünden bahsetmişken Daumier, şövalyenin gözlerini, ağzını çizmemiş. Yalnızca kahverengiye boyadığı kafası, aslında şövalyenin biz; yani Daumier‘e göre kendisi olduğunun ifadesi. 


Arka plana baktığımızda dağlık bir alan ve kumlu zeminle karşılaşıyoruz. Siyah ve beyazdan başka mavi, kahverengi, sarı ve kırmızı rengi de kullanan ressam, arka planı bizi de içine alacak şekilde resmetmiş. Yani biz, resme alçaktan bakıyoruz. Sanki Don Kişot‘la atının yakınında, yalnız bir parça aşağısında duruyoruz.Münih’teki Neue Pinakothek‘te sergileniyor. 

The Death of Marat ( Marat'ın Ölümü )



Jacques-Louis David tarafından 1793 yılında çizilen tablodur. David tabloda, yakın dostu ve lider devrimci Jean-Paul Marat'ın ölüm sahnesi betimlemiştir. Tuval üzerine yağlı boya ile yapılan tablo, günümüzde Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi'nde sergilenmektedir.NEO-KLASİZM’in etkisi ile çizilmiş bir eserdir.
Su dolu küvet içinde cansız olarak yatan Marat’ın cinayete kurban gidebileceği yerdeki kanlı bıçak ve göğsündeki yara ile anlaşılmaktadır. Yüzündeki hüzün ifadesi ile bir kolu küvetten dışarı sarkmış ve o eliyle tuttuğu kalem göze çarpmaktadır kalemi yeni mürekkebe batırıyor ya da batırdıktan hemen sonra bir yazı yazacağı veya imza atacakmış gibi tutuyor, diğer elinde ise onu öldüren kişinin onunla görüşmek için yazdığı dilekçeyi tutuyor.
Küvetin hemen yanındaki masada ise hem Marat’ın hemde ressamın isimleri yazmaktadır.

The Elephants - (Filler)



1904’te İspanya’da dünyaya gelen Salvador Dali, 20 Yüzyıl’da Sürrealizm akımının öncü ismidir. Dali‘nin eserleriyle bütünleşebilmek için farklı bir görüş açışından bakmak gerektiği düşünülse de doğrusu Sürrealizm bizlerin içinde. İsteyerek veri alıp çıkaramadığımız bilinçaltımız, bu akımın yararlandığı tek hazinedir. 

İncecik, iskelet bacakları üzerinde karşılıklı duran iki fil görüyoruz. Çok eklemli, upuzun bacaklı filler, bize zıtlığı veriyor. Çünkü filin ağırlığı tonla ölçülür ve bu denli ince iki çift bacağın üzerinde durması imkansızdır. Yaratılış itibariyle dominant bir hayvan olan fil, egemendirler, güçlüdürler. Sembolik olarak eserde, erkeklik olgusuna gönderme yapıyor. Dali‘nin bize anlatmak istediği, filin gerçek yükünün fiziki değil, ruhi olduğudur.

Ressamın hayvan odaklı bu eserinde işlediği konu, kuşkusuz “egemenlik, hakimiyet“tir. Fillerin bacaklarındaki ekllemler, Gotik mimari çizgilerini anımsatıyor. Fillerin birer heykelmişçesine karşı karşıya durduğu eser, Dali‘nin çok sevdiği heykeltıraş Gian Lorenzo Bernini‘nin heykelinden (aşağıda paylaştım) esinlenilerek yapılmış. Orijinal ismi “Los Elefantes” olan resim, özel bir koleksiyonda saklanıyor.

The Luncheon on The Grass - (Kırda Öğle Yemeği)




1832 yılının ilk ayında Paris’te dünyaya gelen Edouard Manet, diplomat kızı bir anne yargıç bir babanın oğlu idi. 51 yıllık yaşamında Realist resimlerle berber İzlenimcilik akımına da katkıda bulunan Manet, 30’unda, Salon‘un tepkisini çeken bir eser yaptı. “Le dejeuner sur l’herbe” adlı bu yağlıboya tabloda iki çıplak kadın ve iki giyinik adam var ve adamlar kadınlarla ilgilenmiyor. 
Manet‘in 1862’de başlayıp 1863’te bitirdiği “Le dejeuner sur l’herbe“, yine bir realist olan ancak edebi eserler üreten Emile Zola‘nın hayranlığını kazanmıştı. Görüşlerini “İyi ki Salon bunu reddetmiş, maazallah, bilgisizce yargılayacaklardı eseri!” şeklinde ifade eden yazara rağmen resim, eleştirmenler tarafından sert eleştirilere maruz kaldı.Bu tablo, ‘sıradan bir gün‘ü temsil etse de ressamın en geniş tuvali.

Orijinal ismi “Le Bain” (The Bath) olan, ancak sonraları “Le dejeuner sur l’herbe” adı daha uygun görülen eser, İngilizce’de “The Luncheon on The Grass” olarak geçerken Türkçe’ye “Kırda Öğle Yemeği” olarak çevrildi. Modern giyimli iki adamın sohbete dalması, biri gölette yıkanmaya hazırlanan diğeri de yanlarında oturan iki çıplak kadına da bakmaması, eseri cinsel mesajdan uzak tutuyor ve bu yüzden eser Realizm kokuyor. Resim, Paris’te yapıldı ve şu an Orsay Müzesi‘nde sergileniyor.

Yer yer fırça darbelerinin belli olması sebebiyle ‘bitmemiş‘ denilen ancak ışığı arka plana kusursuz yansıtmasıyla hayranlık uyandıran Manet, resmin bize göre sol kısmına piknik sepetini yerleştirmiş. Bu sepetin yanında kadının kıyafetlerini görüyoruz. Demek ki kadın burda soyunmuş. Masa örtüsü, ekmek ve meyvelerin bulunduğu bu küçük alan, ‘Still Life‘ dediğimiz tarzda. Bu alan, eserdeki görüntünün bize gerçekten de sıradan bir gün olduğu duygusu uyandırıyor. Yani iki giyinik adam ve iki çıplak kadın olmasına rağmen her şey o kadar olağan ki Manet bunu çok rahat, sanki bir Still Life eseri yapar gibi tamamlamış.
Eserde gördüğümüz erkek figürlerden biri, ressamın kardeşi Gustave, diğeri ise kayınbiraderi Ferdinand. Öndeki çıplak kadın ise iki kimliğe sahip. Şöyle ki Manet, en çok resmettiği modeli Victorine Meurent‘in yüzünü yerleştirdiği bu figürüne eşi Suzanne Leenhoff‘un dolgun vücuduyla tamamlamış.

The Turkish Bath - (Türk Banyosu)


Jean Auguste Dominique Ingres’in  1863 yılında tamamladığı eseridir.NEO-KLASİZM dönemine ait bir eserdi. İlk yapıldığı zaman dikdörtgen formunda olan eser, daha sonra Ingres tarafından yuvarlak formuna dönüştürüldü.Nedeni ise anahtar deliğinden gözlüyormuş izlenimi vermektir. Tabloda sarayın  meşhur harem bölümü konu olarak alınmaktadır. Çıplaklığı resmetmeyi seven bir ressam olan Ingres’in bu eserindeki kadınlar, genellikle beyaz tenli ve Avrupalıdır. Afrika kökenli olan yalnız iki kadın vardır.

The Third of May,1808 (Mayıs’ın Üçü,1808)














 









İspanyol ressam Francisco Goya'nın 1814 yılında tamamladığı eseridir. Eser şu anda, Madrid'deki Prado Müzesi'nde sergilenmektedir. 
 Fransızların 1808'de Madrid'i işgali sırasında, Napolyon'un ordularına direnen İspanyolların anısına çizilmiştir.
 Fransızlar’ın 1808 yılında İspanyol sivillerini katlettiği Mayıs günlerinden birini anlatan bu resim, sanat tarihi için bir devrim niteliği taşır.

Resimde karanlık bir tepenin altında, bir grup Fransız askerinin İspanyol direnişçilere tüfek çektiği görülüyor. Askerler direnişçilere olması gerektiğinden daha yakın pozisyonda. Resmin ön tarafında askerlerin öldürdüğü birkaç direnişçi kanlar içinde yatıyor. Direnişçilerin çoğunun yüzünde korku ve hüzün görülüyor ancak beyaz gömlekli genç adam, İsa’nın çarmıha gerilme pozisyonunu almış ve korkusuz bir şekilde dik duruş sergilenmektedir. Genç adam Papa’nın simgesi olan sarı ve beyaz kıyafetiyle dini inancın bir sembolünü aynı zamanda göstermektedir. Ayrıca tabloda karanlık havayı aydınlatan tek şeyin yerde duran fener olduğu göze çarpmaktadır.

Le Serment des Horaces - (Horaces Kardeşlerin Yemini)






Jacques-Louis David'in 1784 yılında tamamladığı tablodur. Tablo tuval üzerine yağlıboya ile çizilmiştir ve halen Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergilenmektedir.Ressam tabloda, vatanseverlik temasını NEO-KLASİZM akımı dahilinde işledi.Jacques Louis David bu tabloyu devrimden hemen önce yapmış ve Roma tarihinden alınmış bir konuyu işlemiştir.
Tablo dikkatlice incelendiğinde; 
Horace ailesinin üç oğlu ülkelerini düşman saldırısına karşı savunmak için ölünceye kadar çarpışacakları üzerine babalarına and içiyorlar. Vatansever baba da genç oğullarını yitirme korkusundan uzak onlara silahlarını vermektedir.Tablonun solunda erkeklik ve gözüpeklik duygusunu vurgularken, sağdaki ayrıntıda kadınsı zayıflık ve şefkat duygularını dile getirmiştir.